3 Mayıs 2018 Perşembe

Saat kaç?

Siyah Beyaz Aşk 21. bölüm yorumu

Saat kaç? 
O köprüde saat kaç?

Aslı'nın geçen hafta başladığı, bence zaten çokça gecikmiş olduğu sorgulaması bu hafta da devam ediyor. Geçen hafta Ferhat'ın başı kalabalıktı, Aslı da sorgulamalarını doğrudan Ferhat üzerinden yürütmüyordu. Bu hafta, ani bir aydınlanma sonucu, abisinin Ferhat yüzünden öldüğü sonucuna ulaştı Aslı. Vardığı noktada, söylediği sözlerde haksız değil. Acısını da öfkesini de anlamak benim için zor değil. Ama bu sorgulamayı yapmaya Aslı çok çok çok çok geç başladı ve buna oranla sonuca da çok çabuk ulaştı.

"Sen haklıymışsın, insan mecbur kalınca karanlık tarafa geçebiliyormuş," cümlesini duyar duymaz "Eyvah" dedim ben. Kızdığım, korktuğum her şey bir cümlenin içine sığdırılmış gibiydi. Aslı o tetiği çekmeye kendini mecbur hissettiğini söylüyordu ki bu, Ferhat'ın "sıkmayalım da ne yapalım" demesinden farksızdı. Karanlık tarafa geçmenin bu kadar kolay olması ve Aslı'nın bunu olanların zorunlu sonucu gibi görmesi, geçen haftaki sorgulamalarının boşa gitmesi anlamına geliyordu. Ve haklıymışsın diyerek bütün bunlarda bir sorun olmadığını, bunun hayatın olağan akışı olduğunu kabul ediyor gibiydi.

Oysa Aslı bu noktadan U dönüşü yaparak bir zamanlar neşter tutan, iyileştiren ellerle bugün silah tuttuğunu, can almaya kalkıştığını söyledi. Bunun farkına varmış olması beni bir nebze rahatlatmıştı ki Aslı bu sefer de bütün suçu Ferhat'a atarak sorumluluğu da onun omuzlarına yükledi. Tamam, Ferhat bütünüyle suçsuz değil, ama Aslı'nın söylediği kadar suçlu da değil, bu konuda tek suçlu da değil.

Ferhat Aslı'yı evliliğe zorladı, eve kapatmaya çalıştı, peşine adam taktı ve benzeri bir sürü şey yaptı ve biz de bunlardaki problemi uzun uzun konuştuk. Fakat Ferhat Aslı'yı baştan çıkarmaya, kışkırtmaya, kendine âşık etmeye çalışmadı. Kendisi âşık olduğunu fark ettiğinde onun aşkını kazanmaya da çalışmadı. Aksine, kendisini fark ettikçe Aslı'dan uzak durmaya, onu da kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Ferhat uzaklaştıkça bir şekilde yaklaşan da hep Aslı oldu.

Cem'le geldikleri son noktada da Ferhat'ın bir suçu yok. Hatta bence Aslı'nın da suçu yok. Açık açık bunu diyemedi ama Cem Aslı'ya, "Ya Ferhat ya ben" dedi, Aslı için bu, "Ya abim ya Ferhat" değil, "Ya abim ya ben" sorusuydu ve Aslı kendisini seçmişti. Bence de doğru olan buydu, çünkü ne kadar yakınınız olursa olsun kimse size böyle bir şey söyleyemez, böyle bir tercih yapmanızı isteyemez sizden. Dolayısıyla Aslı'nın üzüntüsünü anlasam ve pişmanlığına bir nebze hak versem de bu halleriyle Cem'in o son tavırlarını onaylıyor olmasını kabul edemem.

Ferhat'ın Aslı'nın karşısına çıkıp çıkıp "Bin arabaya" dediği yerlerde, Aslı'nın "'Bin şu arabaya' değil, 'seni seviyorum'," cümlesi çınladı benim kulaklarımda. Aslı, abisinin son sözlerini doğru kabul etti ve o yolda yürüyor şimdi. Bugüne kadar verdiği mücadelede başarısız olduğuna ve içinde bulunduğu durumun bir çıkışı olmadığına inanıyor. Bu yüzden de daha önceleri görebildiği, görebileceği şeyleri artık göremiyor.

"Artık seni sevmek istemiyorum," cümlesindeki acı bana çok dokundu, çok büyük, çok zorlu bir yoldan geçilerek kuruldu o cümle, hepimiz biliyoruz, şahidiyiz. Ama esas problem bu değil. Şu an Ferhat'ı sevmek istememekte sıkıntı yok, çok da uzak olmayan bir geçmişte onu sevmiş, sevmek istemiş ve değiştirebileceğine inanmış olmakta sıkıntı var. Aşk değiştirir, doğru. Ama Aslı, aşk değiştirsin istemedi, kendisi değiştirmek istedi Ferhat'ı. O siyah beyaz köprü sahnesinde Ferhat'ın söylediklerinde haklılık payı yok değil. Meslek aşkıyla ya da değil, Aslı Ferhat'ı değiştirmek istedi. Kasıtlı olarak onu başka biri yapmaya çalıştı.

Ben buna kibir demekten imtina ederdim ama bu düpedüz kibir, evet. Ve bu kibir sadece Aslı'ya mahsus değil. Hepimiz, Ferhat'ı Aslı'ya uygun görmeyerek, layık bulmayarak buna katkıda bulunduk, bulunmaya da devam ediyoruz. Aşk bir hakkaniyet meselesi değildir, okunu en olmayacak yere saplayarak bize her seferinde gösterir de bunu. Ama biz inatla ve ısrarla o gözlüğü takar, yakışıp yakışmadığına, birbirine layık olup olmadığına bakar dururuz çiftlerin. Oysa aşk yakışmayanda, uygun olmayanda, hak edilmeyende, layık olmayandadır. Azad Baba'nın dediği gibi, sevdayı sevda yapan da o imkânsızlıktır.

Yine de aşk değiştirir, çünkü insan değişen bir varlıktır, hayatta kalmak ancak değişimle mümkündür. Uyum sağlar, dönüşür, kavga eder, çarpışır, yaralanır ve başkalaşır. Bunlar aşk nehrinin kendi yatağında akışı içinde olduğu sürece ne kibirden söz edebiliriz ne de tek taraflı ölümden. Oysa önüne barajlar kurunca, suyun yatağına, akışına, rengine, tadına müdahale etmeye çalışınca, taşıdığı taşa toprağa, beslediği canlıya kusur bulunca, akarken berraklığına, yavaşladığı yerde bulanıklığına laf etmeye başlayınca başkalaşıyor her şey. Ve burada, Ferhat'ın akışını değiştirmeye çalışan Aslı kadar, Aslı ile birlikte akmaya direnen Ferhat'ın da suçu var.

Çok sık yapıyorum ama, yine hatırlatacağım bu hikâyenin en başındaki cümleleri: "Ateşin denize, siyahın beyaza, güneşin aya duyduğu aşkın imkânsızlığı gibidir Ferhat'la Aslı'nın aşkı. Oysa hepsi de gönüllüdür değişmeye, kendini var eden her şeyi bırakıp yeniden doğmaya, aşk için değişip bir olmaya. Aşk, imkânsızı mümkün kılmak, kaderi alt etmek için çırpınan aşk. Her aşk, Ferhat'la Aslı olma niyetiyle yola çıkar. Kimi doğar, büyür, ölür; kimi sevdaya dönüşür."

Şu an bulunduğumuz noktada kimsenin bir şeylere gönüllü olduğu yok. O köprünün üzerinde biz ateşten sakınan bir barut ile kıvılcımlanmaya direnen bir ateş gördük, lakin kaderi alt etmek için çırpınan bir aşk göremedik. Köprüde konuşulanlar konuşuldu mu gerçekten, yoksa uzun ve derin bir suskunluk muydu olup biten, bilmiyorum. Bilmek zorunda da değiliz diye düşünüyorum. Çok güzel yazılmış, hakkıyla oynanmış, iyi çekilmiş, dolu dolu, derinlikli bir sahneydi izlediğimiz ve net bir şey söylemesindense bize sayısız soru sordurmuş olması daha önemli.


Siyah Beyaz mı gerçekti yoksa renkler mi?

AsFer sahneleri, yazık ki bölümün tek güzel şeyiydi bana göre. İkisi arasındaki bu çözümsüz görünen gerilim dışında o kadar zorlama sahneler, iğne deliği tesadüfler vardı ki, zamanında izleyemediğim bölümü izleyip inlemeye bütün gecemi verdiğime üzüldüm sabaha karşı.

Omzundan vurulup kendini dışarı atan Cüneyt'i çok kısa süre içinde çatıda bulduk. Başka bir ihtimal yokmuş gibi Gülsüm'ün odasında aldı soluğu. Gülsüm de her zamanki pasifliğiyle karşıladı onu ve ne istiyorsa yaptı. Cüneyt Gülsüm'ü çözmüş tabii, hiç zor olmadı ikna etmek, aşk vaatleriyle kandıramayınca tehdit etti; Gülsüm de biri beni tehdit etse de onun dediğini yapsam, ne yapacağıma kendim karar vermek zorunda olmasam der gibi dolanan bir karakter zaten, hiç ikiletmedi Cüneyt'in isteklerini, bir kaçış yolu aramadı.

Abidin'e durumu anlatmayı deneyebilirdi, silahları değiştirmeyebilirdi, İdil'i peşine takmamak için sandviçi hazırlayıp odasına gidiyormuş gibi yapabilirdi, stilettolarıyla arkasından koşan İdil'in ayak seslerini duyabilirdi. Korkularına bu kadar teslim olan bir karakter o korkusuyla en trajik biçimde yüzleşecektir, bunun başka yolu yok. Ve sadece bu bölümde yaptıkları bile yeterli, o gün geldiğinde Gülsüm'e üzülmemem için. Tüm kredisini tüketti bu hafta. Doğru davrandığı tek yer, İdil'in şantajını Yeter'den saklamaması oldu. Neyse ki, elindeki kozu nerede ve nasıl kullanacağını bilmese de blöf yapmayı akıl edebiliyor Yeter, bu da bir şeydir.

Silah konusu baştan sona bir tuhaf zaten. Cüneyt'in silahını beline takmak yerine ortalıkta bırakması ve böylece kendi silahının hedefi olabilmesi, Aslı'nın "abimi vuran silah" dediği silahı Ferhat'ın oracıkta bırakması, Cüneyt'in o silahın orada bırakılacağından adı kadar emin olması, Gülsüm'ün birbirinin aynı iki silahı değiştirmemeyi düşünememesi yetmezmiş gibi bir de silahlar üzerine kendi parmak izini bırakması... Aslı o silahı ateşleyebilsin ve Cüneyt kolayca kaçabilsin diye evdeki herkesin bir sebepten dışarı çıkarılması da çok yapay. Yeter, Azad'la buluştu, tamam. İdil Handan'ı çağırdı, Vildan da yanında gitti, o da tamam. Abidin ve Ferhat katilin peşinde. Gülsüm zaten odasından çıkmıyor, ona da eyvallah. Peki ama Dilsiz'i pansumana götürmek nedir? Hem de sadece Hülya gitmemiş, Zeynep de yanlarında. Üstelik Dilsiz iyi, hastane dönüşü hemen aksiyona dalabilecek kadar iyi.

Namık'ın Cüneyt'e yardım etmeyi kabul etmesini de anlayamıyorum. Ferhat'ın Şahin'i öldürdüğü anın videosuyla daha kaç işten sıyrılabilir Cüneyt bilemiyorum. Namık'ın bunca zaman yok etmek ya da Cüneyt'in elinden almak için tek bir hamle bile yapmadığı bir videoya böylesine boyun eğmesi de anlaşılır değil benim için. Hem hani Vildan silmişti o videoyu? Kasa şifresi olarak 123456'yı kullanan Namık, telefondan silmekle videodan kurtulduklarına inanmamış mıdır yani? Ve bunca zaman, neden bunca insan Ferhat'a hiç söz etmedi bu videodan? Cüneyt'in en büyük şansı her şeyden yırtması değil, etrafında bu kadar basiretsiz insanın bulunması. Neyse ki Azad Baba var.

Aslı'nın pılını pırtını toplayıp gitme isteğini anlıyorum, kendine gidecek yer bulamayışını da. Bunlarla ilgili hiç problemim yok, gitmekle çözülmeyeceğini, sevmek istememekle sevginin azalmayacağını bilsem de. Sıkıntı, gitmeye karar veren Aslı'nın karşılaştıkları. Ferhat'ın adım adım takip etmesi bizim şaşıracağımız bir şey olmaktan çıktı, fakat bunu fark edip Aslı'yı uyaran taksicinin "beni karıştırmayın" demesi olmadı. Bu tarz meselelerde gerekli mesajı ince ince vermeyi bilen dizimiz, o taksiciye "rahatsız mı ediyor, yardıma ihtiyacınız var mı" dedirtebilirdi. Bazen de karışmak gerekir bizim dışımızda olan bitene, kendimizi korumak için göz yummamalıyız tacizi, zorbalığı gördüğümüzde.

Aslı hastaneye gittiğinde odasının boşaltılmış olduğunu gördü, başhekime gitmesine bile gerek yoktu ama gidip karşılığını da aldı. Aylar boyunca işini aksatan Aslı'nın işten çıkarılmasına itiraz edecek değilim. Ama Namık Emirhan'ın yatırım yaptığı bir hastane, Namık Emirhan'ın gelinini, öncesinde yazılı bir uyarı yapmamışken ve yine haber vermeyerek işten çıkarıyor, öyle mi? Bu hastanenin Türkiye sınırları içinde olduğundan emin miyiz? Gündelik pratiklerimiz bize, para kaynağı kişi ve yakınlarının haksız da olsalar korunduğunu gösteriyor çünkü.

Hastaneden de taksiyle ayrılan Aslı'yı, bir kenarda, bir banka oturmuş halde buluyoruz sonra. Görüntü tuhaf ama bir sebebi var, Aslı'nın gidecek bir yeri yok. Şu tesadüfe bakın ki tam da oradan Aslı'nın yakın arkadaşlarından biri geçiyor! Bu arkadaş, izlediğimiz sahnelerden birine göre 6 aylığına Amerika'ya gitmiş ve yeni dönmüş, bir diğerine göre ise Aslı ile yıllardır görüşmüyorlar. İkisi birden de olabilir tabii ama benim açımdan durum net değil. Üstelik bu sürpriz arkadaşla Aslı o kadar yakınmış ki, bir çırpıda bütün yaşananları anlatıverdi Aslı ona. Aslı hikâyesinin ne kadarını paylaştı bilmiyoruz ama Esra, boşanma konusunu açabildiğine göre pek de az şey anlatmamış. Zamanında Ebru'ya ya da Deniz'e anlatmadığı kadar çok şey anlatmış.

Aslı'nın gidecek yeri yok ve şansa bakın, Esra'nın abisinin bir oteli varmış. Cüneyt kadar şanslı olamıyorsanız Aslı kadar şanslı olmayı da dileyebilirsiniz, o da az şanslı değil bugünlerde... Telefonu üzerinden takip edildiğini bilen Aslı'nın o telefonu yanında gezdirmeye devam etmesi ve telefonu kapatmayı ancak otele varınca akıl etmesi, Aslı'yı telefonu vasıtasıyla bulabilecek olan Ferhat'ın Suna arayıp bilgi verene kadar yeniden takibe kalkışmaması, Suna'nın Aslı'nın yerini öğrenme biçimi, otele gelen Ferhat'ın Aslı'nın oda numarasını öğrenmesi, pencerede bir karaltı gören Aslı'nın balkon kapısını kilitlememesi... Cümleyi tamamlamaya bile dermanım kalmadı inanın. Akışı bu kadar zorlamaya ne gerek vardı gerçekten anlayamıyorum.

Esra'nın ortaya çıkışından itibaren hiçbir şey birbirine bağlanamadı sanki. Keşke hiç yoktan bir arkadaş belireceğine Deniz ortaya çıksaydı yeniden. Aslı restorana gidip Deniz'i uzun zamandır aramadığı için özür dileseydi ya da Deniz bir süreliğine bir yere gitmiş olsa ve geri dönseydi. İlla bir otel gerekiyorsa onun sahibi Deniz'in abisi olsaydı ve o abi de darmadağın olduğunu görebildiği, evli barklı bir kadına yaklaşmaya çalışacak kadar çapsız olmasaydı... Olsa bile Ferhat artık biraz olsun değişmiş olsa ve o kafayı atmasaydı. Ferhat'ın orada olduğunu arabayı görünce anlayabilen Aslı'nın bir de şiddet referansına ihtiyacı olmasaydı...

Bunlara o kadar takıldım ve canım sıkıldı ki, evin kadınlarından söz etmeye halim kalmadı. Sadece birkaç sorum var buraya yazmak istediğim, bu hafta da böyle olsun.

Suna acaba neden çalışmıyor? Eğitimli biri olduğu her halinden belli. Dizinin başında İstanbul'a yeni taşınmışlardı, yerleşmek, alışmak falan derken biraz zamana ihtiyaç duyulmuş olabilir, ama artık çalışmaya ya da en azından iş aramaya başlayamaz mı? Dizinin bütün kadınları evde oturuyor ve bu benim çok canımı sıkmaya başladı. Bu durumu değiştirmeye Suna'dan başlasak diyorum.

Bölümün tek fragmanında, Aslı'yı artık tanıyamadığını söyleyen bir erkek sesi duymuştuk. O adam kimdi ve bu konu bölüm içinde neden geçmedi?

Handan Hanım Azad Baba'ya göz koydu sanırım. Görünce kayıtsız kalamadı, gidip kendini hatırlatma ihtiyacı hissetti, bir yolunu bulup eve bile davet etti. Açıkçası Azad Baba ile ciddi ciddi ilgileniyor olması beni çok mutlu eder, zira karşılık alamayınca ne hale geleceğini görmeyi çok isterim. Hem belki bu sayede insanların bir kalbe sahip olduğunu ve kalbin de kırılgan bir şey olduğunu öğreniverir.

Esra'nın Ferhat'ın fotoğrafını görmek istemesi, onu anlattırmaya çalışması bizi biraz işkillendirdi. Acaba Esra Ferhat'ı önceden tanıyor ve bir şekilde onun yakınına gelmeye mi çalışıyor şimdi? Yoksa sadece gazetede görüp beğendi ve Aslı'nın boşanma ihtimali olduğunu öğrenince de ilgilenmeye mi karar verdi? Ve abisini de bu duruma alet mi etti? Yoksa bu yalnızca bir komplo teorisi mi?

(Bu yazı ilk olarak 12 Mart 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: