4 Mayıs 2018 Cuma

İntiharın Genel Provası: "Sen ölürsen insanlık ölür!"

İntiharın Genel Provası:

Tiyatro Adam'ın yeni oyunu İntiharın Genel Provası'nın İzmir'e geleceğini öğrenince ilk iş biletimi aldım, ikinci olarak da kitaplığıma koşup oyun metnini okudum birkaç kere. Duşan Kovaçevic'in kalemini Profesyonel ile tanıdıktan sonra Türkçeye çevrilen tüm oyunlarını edinmiştim birkaç yıl önce, ama okumaya sıra gelememişti oyunu izleme zamanı yaklaşana dek. Oyun, okurken bile insanı heyecanlandıran, yerinden kaldırıp evin içinde voltalar attıran, sahnede olabilecekleri hayal ederken dünyadan uzaklaştırıp bir başka galaksiye ulaştıran güçte. Hem kendimizi hem de dünyamızı sorgulatan ince eleştiri ve esprileriyle bütün bir hayatı kuşatabilen, en ciddi meselelerin gülmeceye, gülmecenin doruk noktasının tragedyaya yakınsadığı, gerçekle hayalin, neşeyle kederin ustaca harmanlandığı bir metin.

İntihar sözcüğünü bilen herkesin intihar hakkında düşünmüş olması gerekir bence, aksi olasılığı düşünemiyorum. Bir insanın bilinçli olarak kendi hayatına son vermesi, pek çok sebeple insanın dikkatini celbeden bir olgu. Özgürlüğü de savunsa, bir kadere yazgılı olduğuna da inansa, varoluş kaygıları da duysa insanın kaçamayacağı, düşünmemeyi seçemeyeceği bir durum bu. İntiharın kostümlü provasını izliyor olmak zorunlu değil, adı bile geçtiğinde tüm düşünceleri kendi odağına toplayacak güçte bir eylem intihar.

Oyunda çok sayıda intihar girişimi ve intihar etmek isteyenlerin çokça sebebi var; hayatın anlamsızlığından geçim sıkıntısına, varoluşsal buhranlardan devletin bireye yaptığı baskıya, yalnızlıktan işsizliğe sayısız sebep. Seyirci ya da okur olarak bunların hepsine hak verebileceğimiz gibi bazılarını diğerlerinden daha önemli ya da önemsiz görebiliriz. Ama eminim, bunları haklı bulsak bile her biri için karşı argümanlar geliştirebilir, yani intihardan vazgeçmek ya da niyeti olanı vazgeçirmek için sebepler de bulabiliriz.

Can sıkıntısı, keder, aşk acısı, hayat gailesi, tutulmayan sözler, bir türlü bizden yana dönmeyen çarkı feleğin, yoksulluk, işsizlik, açlık, hırsızlık, bireysel silahlanma, savaş... İnsanın ölmeye sebep bulması zor değil, ama bunların her birinin ardında, görülmesi bazen çok zor olsa da, yaşamaya devam etme motivasyonu da saklı. Şikayetlerimizde haksız değiliz lakin yaşamalıyız. Bunun en önemli nedeni, oyunda "Sen ölürsen insanlık ölür!" cümlesiyle belirtiliyor.

Yaşamak bir kereliğine sahip olduğumuz bir şans ve mutsuzken çoğunlukla unuttuğumuz şey, başkalarının hayatlarından da geçtiğimiz. Yani kendi hayatımızı sonlandırmayı düşündüğümüzde, aslında başkalarının hayatlarından da eksiltiyoruz; biz ölünce insanlık da ölüyor ve buna hakkımız yok.



Sahnedeki dört oyuncuyu hepimiz iyi biliyoruz, yüzlerine, oyunculuklarına aşinayız ve rollerine bürünebileceklerine dair herhangi bir kuşku duymaksızın oturuyoruz koltuklarımıza. Onlar da bu güvenimizi bir saniye için boşa çıkarmıyorlar. Tüm oyuncular sahnede birden fazla karaktere can veriyor ve bize başka başka yönlerini, geçişlerdeki kusursuzlukta ustalıklarını ve gözlerindeki parıltıda tiyatro aşkını sunuyorlar bizlere.
(Bir hatırlatma: An itibariyle Kadir Çermik Çukur'da, Fatih Koyunoğlu İstanbullu Gelin'de, Selen Öztürk de Payitaht Abdülhamid'de rol almaktalar, Erdem Akakçe'nin yer aldığı Tehlikeli Karım ise geçtiğimiz hafta final yaptı.)

Dekorda Barış Dinçel'in adını görüyoruz. Bu isim, benim için, bir oyunu izleme kararı vermek için tek başına yeterli, çünkü Barış Dinçel'in elini değdirdiği her yeri mucizeye dönüştüren bir dokunuşu var. Dekoru o tasarladıysa eğer, oyunu çeşitli sebeplerle sevmemiş olsam bile o akşam tiyatrodan mutlu ayrılıyorum çünkü en azından, sahnenin pek de görünmeyen yerlerindeki ufak detayları inceleyerek ve o detaylardaki yeni hikâyeleri keşfederek geçirmiş oluyorum zamanımı.

Bu sözlerle ne kastettiğimi, örneğin TolgShow'un herhangi bir bölümünü izleyerek de görebilirsiniz, zira sahnede ilk bakışta üç tane, fakat oyun içinde çoğalabilen sayıda oyun alanları yaratabilen o dekorda da Barış Dinçel'in imzası var. TolgShow'un ilk bölümlerinden birinde dekorun hiç tahmin etmeyeceğimiz bir yerinden iki kişilik yatak çıktığında şaşıranlar olmuştu, bense "O dekorda Barış Dinçel imzası var, olimpik havuz çıksa şaşırmam" diyerek sürdürmüştüm izlemeyi.

Yönetmen Emrah Eren, benim heyecanla okuduğum metni, her bir satırını bilmeme rağmen merak ve heyecanla takip ettiğim bir yorumla koymuş sahneye. Satır aralarındaki imkânları çok iyi değerlendirmiş ve metinde olmasa da oyunun akışını hiç bozmayan, durdukları yerde hiç sırıtmayan eklemeler yapmış oyuna, böylece oyunu daha yerel ve güncel hale getirmeyi başarmış. Bununla, Kovaçevic'in metninin evrensel olmadığını ya da demode kaldığını söylemiyorum asla. Aksine, yapılan eklemelerin, oyunun zamanı ve mekânı aşan doğasını vurguladığını söylemek istiyorum. Pek çok zaman kulağımı tırmalayan, gözüme batan eklemeleri bu oyunda hiç yadırgamadığımı, kendimden beklemeyeceğim bir coşkuyla karşıladığımı anlatmaya çalışıyorum.

Rastladığınız yerde es geçmemeniz, rastlayamıyorsanız yolunuzu düşürmeniz gereken bir oyun İntiharın Genel Provası. İzledikten sonra teşekkür etmek için bu sayfaya geri dönersiniz, o zaman devamını da okursunuz belki, ama şimdi, henüz izlememiş olanlardan özür dileyerek spoiler içerebilecek birkaç yorumla devam etmek istiyorum bu yazıya.

Oyun bizlere pek çok soru soruyor, bazılarını kendisi yanıtlarken bazılarını da bize bırakıyor. İlk soru, elbette, "Neden intihar etmemeliyiz?" sorusu ve buna verilen yanıtı önceki sayfada paylaşmıştım. İkinci büyük soru, oyun boyunca sıkça tekrar edilen, "Kurt neden ot yemez?" sorusu. Bunun da net bir yanıtı var oyun içinde.

"Kurt ot yemez, bunu onun için koyunlar yapar. Bizimle ilgisi nedir? Biz koyunuz, hayatımız boyunca kurtlar için otladık. İnsan derisine bürünmüş kan emici canavarlar için! Canavarlar ayaklarımızı, gözlerimizi, böbreklerimizi yediler, kanımızı emdiler! Çocukluğumuzdan beri..."

Hepimizin sistemin birer çarkı olduğunu söyleyen bu cümlelerin, konusu intihar olan bir oyundaki yeri nedir peki? Benim yanıtım, intihar eyleminin de çeşitli biçimlerde sisteme hizmet ediyor olması. İntihar hiçbir kültürde kabul görmeyen bir eylem. Dolayısıyla intihar edeni ötekileştirmek, marjinalleştirmek çok kolay. Böylece sistemin sorunlarını intihar eden (ya da intihara teşebbüs eden) bireylerin üzerine atıp sistemi temize çıkarmak da mümkün. İntihar teşebbüsü, ona tanık olanlar için kahraman olma imkânı demektir, bu da sistemi olumlamadan mümkün değil. İntihar eden kişinin sorunları da yanına götürdüğü algısı, geride kalanlara bir tür rahatlama sağlayabilir, bu da kalanların sisteme hizmet etmesinin devamını sağlar. Oyunun "İnsanlık Tarihi" temalı şarkısı da sanki bunları söylüyor satır aralarında.

Şarkı demişken, gerek oyunun tema müzikleri, gerekse oyuncuların şarkı ve enstrümanlarla oyun içinde yaptıkları müzikler yerli yerinde ve oyuna hizmet eden eserlerdi. Hem oyunun ve karakterlerin dertlerini anlatmayı, hem de acının içindeki umudu, direnişi göstermesi bakımından anlamlıydı müzik. Titanik filminde, gemi batarken çalmayı bırakmayan müzisyenleri hatırlattı bana bu tavır: Her şeyin sonuna gelmiş olabiliriz ama bu, son anlarımızı güzel yaşamamıza engel değil.

Bir diğer soru, sağlığın her şeyden önemli olup olmadığı sorusu. Sağlıklı bir bedene sahip olan bir insanın hayattan şikâyet etmeye hakkı var mıdır, yoksa sağlığını kaybetmiş olan biri, sağlıklı birine göre daha mı haklı olur intiharı düşünmekte? Oyun içinde bu sorunun yanıtı bence biraz belirsiz kalıyor, ama aklımızda bir soru işareti kalmıyor, zira eminim hepimizin zaten bir yanıtı var bu soruya.

Ve elbette aşk sorusu var, aşkı bulan nasıl düşünebilir bu dünyadan gitmeyi, sevdiğini üzmeyi, geride bırakmayı? Ki benim en çok haklı bulduğum fakat genelleme yaparak yanıtlayamadığım soru da bu.

Bütün gerçekçiliğine ve sorduğu bu büyük sorulara rağmen oyun asla kötümser bir mesaj vermiyor. İntihara meyleden hassas insanların dünyayı kötülere bırakmamaları gerekir; dertlere akıtılan gözyaşlarında, bu farkındalıkta umut gizlidir; sağlıklı bir bedende, sevebilen bir kalpte henüz açılmamış kapılar, çıkılmamış yollar vardır ve izleyenlerin kendilerince bulacakları başka başka sebepler var yaşamak için.

Oyunun ilk iki bölümünde de zaman zaman oyundan çıktığımız, bütün izlediklerimizin kurgu olduğunu hissettiğimiz anlar oluyor, fakat üçüncü bölümde, oyunun gerçekliğinden tiyatro sahnesinin gerçekliğine geri dönülmez bir geçiş yapıyor, sahnedekilerin birer 'karakter' değil 'oyuncu' olduklarını görüyoruz. Metinde oyuncular, dekorsuz ama dekor varmış gibi oynamaktan şikâyet ediyor, yönetmene çıkışıyorlar. Bu durum, oyuncuların karakterlerinden çıkmasından daha şaşırtıcıdır, çünkü zaten tiyatroda her şey, "mış gibi"dir. Oyuncularla seyirciler arasında, "mış gibi" yapılan şeyin gerçekliği üzerine anlaşılmıştır, oyun ancak böyle başlar ve oyuncu bize bunun gerçek olmadığını söyleyene kadar biz seyirciler dekorun eksikliğini düşünmeyiz bile.

Burada bir parantez açıp, Barış Dinçel konusuna geri dönmem gerek. Dinçel öyle bir dekor yapmış ki oyuna, oyunun içindeki tüm diğer oyun ve hareketlere yer açan, yönetmenin metinle biraz oynaması ve oyuncuların başka bir şeylerden şikâyet etmesini sağlaması gerekmiş. Ya da belki, Barış Dinçel'in harikalar yaratacağını bildiğinden, oyunu dekorsuz ya da minimal bir dekorla sunmayı hiç düşünmemiş. Genellikle bu türden değişikliklerden hoşlanmam, metne sadık kalınsın isterim ama izlediğim şeyden, son bölümdeki dönüşümden o kadar memnunum ki mızmızlanamıyorum bile.

Zaten metnin asla değişmemesi gereken ve elbette değiştirilmemiş olan son cümlesi de ben gibileri susturacak nitelikte: "Her şeye rağmen burası tiyatro." Yasaklara, baskılara, imkânsızlıklara, ciddiyetsizliklere, kötülüğe, çürümüşlüğe, yaşamın anlamsızlığına, dekorsuzluğa, işini savsaklayan yönetmene, egosundan sıyrılamayan oyuncuya, mızmız seyircilere rağmen burası tiyatro, burası yaşamak ve yaşatmak zorunda. Burası bize, yalnızca seyirciye de değil, yönetmenine, oyuncusuna, ışıkçısına, gişe görevlisine, herkese birden ayna tutmak ve zaman zaman o aynanın da ötesine geçmek zorunda.

(Bu yazı ilk olarak 1 Mayıs 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: