3 Mayıs 2018 Perşembe

Böyle mi olacaktı?

Siyah Beyaz Aşk 22. bölüm yorumu


İçimden bir şeyler koptu gitti sanki, öyle bir boşluk... Öncesinde öfke vardı, hayal kırıklığı ve biraz da şaşkınlık vardı. Şimdiyse yalnızca boşluk... Benim her hafta heyecanla beklediğim, Pazartesi akşamlarımı kendisine göre planladığım, üzerine uzun uzun düşünüp cümleler kurduğum, sorularıma yanıt aradığım, sorularına yanıtlar düşündüğüm hikâye bu mu? Bu hikâyenin varacağı yer bu mu? Böyle mi olacaktı?

Baştan beri Siyah Beyaz Aşk'ın bende uyandırdığı duyguları yazdım bu sayfalara, hiç saklamadan. Aşkımı da, öfkemi de, hayal kırıklığımı da, itiraflarımı da gördünüz. Şimdi ise duygularımdan arındırmaya çalışıyorum cümlelerimi, çünkü elimi tutmaya başladı bu duygular. İki cümle yazıp yazıp kaçıyorum başka yerlere, 'yazma' diyor sanki bana bir şeyler. Ama yazacağım...

Kimileri çok sevindi, bir umut ışığı gördü bunda, benim de dâhil olduğum bir grupsa kesinlikle istemedi, amansız bir hastalığı bile yeğledi bu duruma, ama şimdi o gerçekle karşı karşıyayız: Aslı hamile! Korundular, korunmadılar sorularını bir kenara koyuyorum, zira hiçbir yöntem yüzde yüz korumuyor ne yazık ki. Ayrıca çevremizdeki insan kalabalığı bunu bize unutturuyor olabilir ama birçok olasılığın aynı anda gerçekleşmesini gerektirdiğinden her gebelik aynı zamanda bir mucizedir. Bu aksiyon ve duygu yoğunluğundan Aslı'nın günleri sayamadığını, periyodunun geciktiğini fark edememesini de anlarım. Ama kusura bakmayın, haftalardır bulantılar yaşayan bir doktorun kendisinden şüphelenmemesine dair sorularımı bir kenara atamıyorum, o kadar da değil.

Bu gebeliğin konu edilmesi sırasında gebelikle ilgili klişeleri art arda izlemeye başladık. Saymakla bitirebilir miyim bilemiyorum ama bir deneyeyim: Gebelikten zinhar şüphelenmemek, sırf gebeliğin ortaya çıkması için bir aksiyon yaşanması (bkz. ultra gereksiz trafik kazası, Ferhat'ın kaza yaptırmak istercesine rahatsız etmesi Aslı'nın içinde olduğu aracı), kazadan sonra Aslı'nın hayalini gördüğü kız çocuğu, o kazadan burnu bile kanamadan kurtulmuş olması, kurulmuş saat gibi bütün karakterlerin çocuklardan, anne baba olmaktan söz etmesi, dünyanın en aptalca inanışı olan evliliği kurtarmak için çocuk yapma mitinin ısrarla tekrarlanması, Aslı ve Ferhat'ın dizideki çocuklarla haşır neşir olmaları, Aile Bakanlığı Kamu Spotu için yazılmış ve yanlışlıkla senaryoya karışmış gibi görünen, Siyah Beyaz Aşk'ın akışına ve hayran olduğumuz tarzına uymayan diyaloglar... Var mı eksiğim?

Kürtaja niyetlenen kadını son anda durdurma çabası da, kadının son anda kürtajdan vazgeçmesi de, aldırmadığı halde aldırdım demesi de öylesine klişe ki… Hangisine üzüleceğimi, hangi aşamada öfkeleneceğimi bilemiyorum ve inanın, gelecek bölümde olacakları hiiiiiiç merak etmiyorum. Kürtaj olmadığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok.

Satır aralarını sevdiğim dizim bas bas bağırır olmuş, hem de ne diye, "Evliliğiniz yolunda gitmiyorsa çocuk yapın" diye. Bu mudur? Handan Vildan'a bu cümleyi kurduğunda kızmış, ama Handan'ın böyle düşünmesini yadırgamamıştım. Ama ya Suna? Dizinin en aklıselim karakterine bu cümleyi söyletmeye yüreğiniz nasıl el verdi, aklınız bunu nasıl onayladı?

Kendisine yeni bir telefon alınan Aslı'nın o telefon yerine Gülsüm'ün telefonunu, üstelik de gereksiz yere kullanması ve Gülsüm'ün bile akıl edebildiği son aranan kişiyi silmeyi akıl edememesi, Ferhat'ın birkaç metre önünde taksiye binen Aslı'yı görmemesi ama Aslı'nın telefon görüşmesi yaptığını vahiy gelmiş gibi bilip son aranan numarayı araması, trafiğe takılması, polis çevirmesine denk gelmesi ve çok geç kalmaya ramak kalana kadar kliniğe ulaşamaması, kliniğin acil girişinin kapalı olması ve kapıları kırarcasına sarsan birine kimsenin çıkıp 'ne oluyor birader' dememesi...

Bakın daha Aslı ve Ferhat'ın duygularından söz edemedim bile. Zira söz edecek yerlerime sağlı sollu giriştiler, "Onların çocuk yapması lazım", "Size de bebek çok yakışır", "Senden çok kral baba olur", diye diye vurdular.

Yalnız iki şey çok hoşuma gitti bu konuyla ilgili. Birincisi, ikisinin de bu bilgiyi kimseyle paylaşmaması, bunu konu etmemeleri. İkincisi de Vildan'ın hem Aslı'yla hem de Ferhat'la konuşurken söyledikleri. Özge'nin bütün bunları bilmemesini dilemesi ve Aslı'dan çocuğunun babası adına özür dilemesi. Bu hafta hiç kızmadığım tek karakter de Vildan oldu dolayısıyla.

Oysaki Ferhat "Boşanalım" dediğinde, Aslı biraz duraksayarak, yutkunarak da olsa "Bence de" demişti ve fragmanların bana düşündürdüklerine rağmen ben yine de umutlanmıştım hikâyenin geleceği adına. Geçen hafta, bölüm boyunca Ferhat'tan kaçan ve kendine sığınacak yer arayan bir Aslı izlemiştik. Nihayetinde Ferhat, böyle olacağına boşanalım, hem sen rahat et, hem de benim karanlığım sana daha fazla bulaşmasın diye düşünerek, "Boşanalım" demişti. Ferhat az konuşan ve özellikle duygusal anlarda konuşmak için hep yanlış sözcükleri ve ifadeleri seçen bir adam. Cümlelerini öyle bir sıraladı ve bunları sıralamak için öyle yanlış bir zamanı seçti ki, karşısında her zamanki Aslı'yı değil, yorgun ve pes etmiş bir Aslı buldu.

Aslı, Ferhat'ın sözlerindeki doğruları ve yanlışları ayırt etmişti ama hem dermanı yoktu bunları anlatmaya, hem de Ferhat anlamayacağı için değil, anlamak ve görmek istemediği için umudu tükenmişti. Ferhat da ansızın ilk gün gördüğü adama dönüşünce ve her karşılaşmalarında odundan da odun olmaya harcayınca bütün enerjisini, Aslı pes etmekle doğruyu yaptığını düşündü. Ve bunun için Aslı'yı suçlayamayız.

Ferhat'ın hak ettiklerini Yiğit söyledi. Üstelik o da öfkelendiği halde doğrudan şaşmadı. Söylemesi gerekenden fazlasını söylemedi, olanları çarpıtmadı. Kendi yaşadıklarını, zamanında abisine söyleyemediklerini de sözlerine eklediği için öfkeliydi, ama sözünü söylerken kimseye haksızlık etmedi. Bence Ferhat da çok iyi biliyordu Yiğit'in haklı olduğunu ama kabul etmek işine gelmiyordu.

Ferhat bizim gördüklerimizi göremeyen, kendisine anlatılanları çözemeyen, etrafında olup biteni anlamlandıramayan bir adam değil. İlişkiler konusunda çokça acemi, kendisiyle sorunları çok büyük ve ne yapacağını bilmeyen herkes kadar da değişimden korkuyor. Bütün bunları mantığa büründürmeye kalkıştığında da kırıp döküyor etrafını. Bunu Aslı da görüyor, biliyor ama şu ara Ferhat'la uğraşacak hali yok.

Benim Aslı ile sıkıntım da tam burada başlıyor. Aslı Ferhat'tan umutsuz değil, tünelin sonundaki ışığı gördü. Ferhat'ın nasıl yalpaladığını biliyor, dilini bilmediği bir ülkede kaybolduğunu ve ses çıkarmaya cesaretinin olmadığını biliyor. Bir şeyler yapmak zorunda hissettiğinde Ferhat'ın kendini korumaya alacağını ve köşesine çekilince de can yakmak pahasına pençelerini çıkaracağını biliyor. Yine de Ferhat'ın ağzından "Gitme", "Yapma" gibi sözler duymaya çalışıyor, bunun için kendini de onu da yıpratıyor. Aşkı, birlikte yürüme ihtimalini, umudunu buralarda arıyor olması beni hem üzüyor hem de kızdırıyor. Aldıramadığı bebeği Aslı'yı daha duygusal, daha kırılgan yapmaz umarım.

Aslı'ya kızıyor olmam, aynı anda Ferhat'a da kızmama engel değil. Ferhat bu hafta odunlukta yeni çığırlar aştı, onun o az ve ters konuşan hallerini, kaba ama zekice laf sokmalarını sevenlere bile "yuh" dedirtti. Aklından ilk geçeni ya da kalbinin ona fısıldadığını yüksek sesle dile getirmek değil onun yaptığı, bunların sahici düşünceleri olmadığını bilecek kadar tanıdık onu. Ama bunu bilmek onu mazur görmemizi sağlamıyor. Bu cümleleri bile isteye söylediğini, can yakmaya kastettiğini görüyoruz, bunun altında Ferhat'ın çektiği acının büyüklüğünü de biliyoruz ve tam da bu yüzden kızıyoruz ona. Sevdikleri için gözünü kırpmadan canını verebilecek olan adam, acı çekmekten, değişmekten korktuğu için canını yakıyor sevdiklerinin, hem de bile bile. Buradaki çelişkiyi ne zaman göreceksin Ferhat Aslan?

Necdet Aslan'ı gördüğü, tokat üstüne tokat yediği rüyasında bazı şeyler çok netti. Babası bu kez lafı hiç dolandırmadan, "Gururun aşkından, verdiğin sözlerden daha mı büyük" diye sordu, içinde bulunduğu yangına odun atanın bizzat kendisi olduğunu haykırdı yüzüne. O boş sandığı kırıp ateşe atmadan, gururunu, korkularını, kibrini yakıp kül etmeden kurtulamayacağını da söyleyerek her zamanki yol göstericiliğini de yaptı. Bakalım Ferhat babasının sözünü dinleyecek mi?

Ayrılık görmeyi severim, severek ayrılanların acısını izlemeyi severim, o acıdan kendilerine nasıl bir yol çizeceklerini, o acıdan nasıl dersler alacaklarını ve acının onları nasıl insanlara dönüştüreceğini merak ederim. Çiftlerin uzak kalışından doğan hikâyeleri, aşkın çeşitli şekillerde sınanmasını, ama yine de her şeyin "onu" hatırlatmasını, herkesin "onunla" kıyaslanmasını görmek isterim. Acıda ne kadar derine inilirse, sorgular ne kadar uzağa varırsa kavuşmaların o denli coşkulu ve unutulmaz olacağını bilir, ayrılıkla, özlemle sınanan aşkların daha da güçleneceğine inanırım.

Fakat biz öyle bir ayrılık izlemekteyiz ki bu saydıklarımın biri bile yok içinde. Buyrun, ben size bir liste verdim, buradan seçip seçip kullanın, bunun da dışına çıkmayın demeye çalışmıyorum elbette. Ama sormadan da edemiyorum, nasıl bir ayrılık bu? Aslı ile Ferhat bile bile birbirlerinin canını acıtmaktan başka ne yapıyorlar ve bununla nereye varabilirler? Bir yere varamayacakları için gelmedi mi zaten başımıza bu hamilelik hikâyesi? Tekrar soruyorum: Böyle mi olacaktı?

"Ben de kendi evladımın ateşine odun topluyorum" diyerek kürtaj meselesine atıf yapmıştı bence Necdet Aslan. Kürtaja karşı değilim ama Hem Aslı hem de Ferhat aslında bu bebeği çok istiyorlar, bu belli, bu nedenle bebeğin kuru bir barışmaya değil de iki tarafın da gururunu ve öfkesini yenmesine sebep olmasını diliyorum.

Geri kalanlar içinde, Hülya ve Dilsiz dışında her şeyden çok sıkıldım. Bir süredir diğer karakterlerin hiçbirinde, Dilsiz'e "Var diye" teşekkür eden Hülya'nın içtenliğinin, hesapsızlığının, Dilsiz'in gözlerindeki şaşkınlığın mahcup tebessümlere dönüşmesinin tadı yok.

İdil Yeter'in Azad'la görüştüğünü ve aralarında bir şeyler olduğunu öğrendi, bir şeylerin peşindeydi ve bu bilgiyi elde etti. Ama gidip bununla Yeter'i köşeye sıkıştırmaya çalışması ne demek? Yeter'in hayatında birinin olması, ilgisini Namık'ın üzerinden çekmesine vesile olacağı için İdil'in daha çok işine gelmez miydi? Ve Yeter'in de bu hamleye öfkeyle karşılık vermesi neden? "Sana ne" deyip geçememesi, babasına yakalanmaktan çekinen 16 yaşındaki ergen gibi davranması, üstüne bir de Azad'ı arayıp, "babam ilişkimizi öğrendi, hemen evlenmeliyiz" demeye çalışır gibi dert yanması neden?

Yine de İdil'in Yeter'i kışkırtması, bu kez İdil'in yalanının ortaya çıkmasına yaradığı için bir gözümü kapadım diyebilirim. Namık'tan da daha büyük bir tepki bekliyordum açıkçası, 22 bölümdür hiçbir konuda elini taşın altına koymamış bir adamdan ne bekliyorsam...

Handan'ın Yeter'in Azad'la görüştüğünü öğrendiğinde suratının girdiği şekillere bayıldım. İdil bu konuyu kurcalamaya devam edecekse dilerim bulgularını da Handan'la paylaşmayı sürdürür.

Azad Baba'dan ne çok umutluydum geçen hafta. Ya Cüneyt'in cezasını kendi kesecekti ya da Ferhat'a teslim edecekti onu. Başka bir ihtimali aklımdan bile geçirmemiştim. Ama ne oldu, Azad Baba Ferhat'ın sorununu çözmek için değil, kendi intikamını almak için olaya dâhil olduğunu hatırladı ansızın. Cüneyt de bunca zaman hayatta kalmasına yaradığı için iyice keskinleşen şerefsizliğinin tüm nimetlerinden faydalanarak devam ediyor hayatına. Tam olarak öldürmeyen şey güçlendirir ilkesi çalışıyor burada, şerefsizlikten ölmedikçe daha da şerefsizleşiyor.

Gülsüm'ün bebeği Necdet ile Özge'nin doğum lekelerinin aynı olması detayı beni benden aldı sayın seyirciler. Yeşilçam icadı bu ilkel kardeşlik testi emaresine ne gerek vardı acaba? İleride bir gün, Vildan bazı parçaları birleştirecek ve o parçalardan biri de bu leke olacak demek ki. Ama gerçekten, ne gerek var?

Çok uzun zamandır kurguyla ilgili sıkıntılarımız var. Bölümün en güzel sahnelerinin arasına giren alakasız sahnelerden bezdik. Bu işlerle ilgili olan herkes bilir ki paralel kurgu başka şeydir, seyircinin beklediği sahneyi ya da replikleri geciktirmek için araya alakasız sahneler koymak başka şey. Ve yazık ki biz uzun zamandır ikincisini izlemekteyiz. Bunun bir sebebi kurgunun sorunlu olmasıysa bir diğer sebebi de yan hikâyelerin ana aksa iyi bağlanamaması. Cüneyt'in önlenemez şerefsizliği ya da Gülsüm'ün Cüneyt karşısında direnememesinin mevcut AsFer ilişkisine ya da gerginliğine katkısı nedir mesela?

Bir süredir Dilsiz'in sahneleri belirgin bir biçimde azaldı. Bu durumu, Fatih Topçuoğlu'nun oyun takviminin yoğunluğuna bağlıyorum ben, umarım yanılmıyorumdur, zira Dilsiz'e Cüneyt'ten daha çok ihtiyacımız var, hikâye açısından olmasa da manevi açıdan. Zira Hülya'nın da ima ettiği gibi, Dilsiz iyi ki var...Bu hafta Abidin'i de çok az görünce aynı yorumu yapmak istedim, acaba Timur Ölkebaş da bir oyuna mı başlıyor, o yüzden mi set yoğunluğu azalıyor? Onu tiyatro sahnesinde izlemeyi çok isterim ama bu daha az Abidin izleyecek olmak anlamına gelmesin lütfen.

Ve son olarak, yeğen kişisine birkaç sözüm var. Bak kızım, bizim öyle saçlarına sarı ombre yaptırıp kırmız ruj sürmekle kötü olunduğunu sananlara, masumiyet maskesi takıp kurbanının hayatına çat kapı dalanlara pabuç bırakmaya hiç niyetimiz yok. Ustura bile anladı senin sağlam ayakkabı olmadığını, biz mi anlamayacağız? Derdin ne bilmiyorum ama varlığını hissettirdiğin ilk günden beri seni sevmiyorum ve bu hikâyede yerinin olmadığını düşünüyorum. Aslı ile kan bağının olması da bu hissiyatımı güçlendiriyor. Dilerim tez elden layığını bulursun. Teyzen saftır, güleryüzün arkasındaki kötü niyeti görmek istemediği için seni sever, bağrına da basar muhtemelen, ama aynını bizden bekleme. Ferhat'a yürümek gibi bir niyetin varsa da yolun açık olsun, Ferhat Aslan sana nasıl cevap vereceğini iyi bilir nasıl olsa, git de burnunu tosla o duvara!

(Bu yazı ilk olarak 19 Mart 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: