3 Mayıs 2018 Perşembe

Siyah Beyaz Kardeşlik

Siyah Beyaz Aşk 18. bölüm yorumu
 
Kardeşliklerin sınandığı ve siyahla beyazın ayırt edildiği bir bölüm izledik satır aralarında. Aslı, Cem, Ferhat, Gülsüm, Vildan ve Abidin'in kardeşlikten ne anladığını gördük. Bu sınavdan en başarılı çıkan Abidin oldu. Gülsüm'e abilik yapıyor şimdilerde, içinde başka bir ateş yansa da. Fakat öyle güzel bir noktada duruyor ki, incelenmeli ve örnek alınmalı. Gülsüm'ün yanında duruyor, ona sevgisini gösteriyor, onu koruyor, başkalarına karşı sonuna kadar savunuyor. Fakat onu bir bebek gibi de korumuyor, onun da bir yetişkin olduğunu bilerek yapıyor bütün bunları. Onun adına karar almıyor, onu yönlendirmeye ya da yönetmeye çalışmıyor, ona bekçilik etmiyor, aksine her fırsatta kendi hakkını savunması için, ayağa kalkması, görünür olması için yüreklendiriyor. Bir karakter ne kadar sevilebilirse o kadar seviyorum Abidin'i ve Gülsüm'e verdiği desteği Vildan'a da verebilmesi için, onun da derdini öğrenmesini istiyorum bir an önce.

Kardeşlik sınavında ikinciliği Ferhat kaptı. Konuya fazlasıyla yabancı olmasına rağmen gerek Gülsüm ve Abidin, gerekse Yiğit konusunda kısa sürede büyük yol aldı Ferhat. Taş evden Namık'ın evine döner dönmez Handan'ın provokasyonuyla karşılaştı. Abidin'in kahvaltı sofrasına belinde silahla inmiş olmasını yadırgasam da, Ferhat'ın silahı alıp Abidin'in başına dayaması çok güzel hareketti. Handan Ferhat'tan ne bekliyordu ben tam olarak anlayamadım, zira onun bugüne dek tanıdığı Ferhat, tam da bu hareketi yapacak türden bir adamdı, sadece Gülsüm'le kalmaz, Abidin'e de bir tane sıkardı.

Bence bu bölümün en güzel, en çok şey anlatan sahnesiydi, iki buçuk dakika gibi kısacık bir sürede pek çok şey gördük. Aslı'nın Ferhat'ın eskiye dönmesinden ne kadar çok korktuğunu, Abidin'in yaptığı şeyden ne kadar emin olduğunu, olacakların sorumluluğunu aldığını ve nihayet Handan'ın nasıl bencil, anlayışsız ve memnun edilmesi mümkün olmayan biri olduğunu gördük. Handan'a ayarını verip şeklini yapan Ferhat, Abidin'i mutfağa çekip Gülsüm'ü sorunca -"Gelinlik giydi mi? Yakışmıştır ama."- eminim hepimizin yüreğine serin sular serpildi. Ferhat değişti ve artık bu değişim dışardan da görülmeye başladı. Ferhat artık eskisi gibi değil, çünkü artık kaybedeceği bir şeyleri var. Ölümün kıyısına kadar da gittiler birlikte, Ferhat artık düşünüp tartmadan hareket edemez. Çünkü artık asıp kesmesini bekleyen ve ancak böyle yaparak yaranabildiği bir Namık değil, onu seven, sevdiğini gösteren ve bunun güzel bir şey olduğunu ona yaşatan bir Aslı var Ferhat'ın hayatında. Sevdiğini saklamamayı öğrenmeye başlayan bir Ferhat'ımız var artık, yeni sürüm.

Namık'ın elini öperek ona muhtaç olduğunu kabul eden Yiğit'in bahçedeki isyanına tanık olan Ferhat, burada da başarılı bir sınav verdi. Lafını kesmeden, gözyaşlarıyla dinledi onu, sonra çekinmeden sarıldı ona -ki bunu yapmak için daha önce de fırsatı olmuştu ama tutmuştu kendini. Haberi ilk aldıklarında da farklı davranmamıştı kardeşine, güç verdi, teskin etmeye çalıştı ama bence en önemlisi, kendini ortaya koymadı, yükünü üstünden almaya çalışmadı, ben bulup kurtarırım triplerine girmedi, kardeşini, yüküyle birlikte sırtlandı ve birlikte hareket edeceklerinin, onun yanında olacağının altını çizdi.

Kardeşlik sınavında üçüncülüğü ise Vildan'a veriyorum. İçinde bulunduğu bunalımdan annesine ve Cüneyt'e rağmen ve tamamen kendi çabalarıyla çıkma gayreti bile tek başına büyük bir iş. Bu işin büyüklüğüne ve zorluğuna karşın Vildan yalnız kendine odaklı bir yaşam sürmüyor. Hatta kendisiyle olması gerekenden daha az ilgileniyor bile diyebilirim ama belki bu da onun kendiyle mücadelesinin bir parçasıdır, henüz bilmiyoruz. Evde olup bitenlerle ilgileniyor, üstelik oldukça da sağlıklı bir zihinle, sağduyulu yorumlar yapıyor annesinin ve İdil'in hezeyanlarına.

Bu kez Gülsüm'ün yanındaydı Vildan, onunla konuştu, yanında olduğunu söyledi ve tıpkı Abidin gibi o da kendisini suçlu hissetmemesi ve evdekilerden kaçmaması gerektiğini söyledi Gülsüm'e. Bunun kaynağının da Gülsüm'e yakın hissetmekten çok Abidin'e güvenmesi ve ezilenle dayanışma içgüdüsü olduğunu düşünüyorum. Gerçek ortaya çıktığında, bebeğin Cüneyt'ten olduğunu öğrendiğinde de bu vakarı koruyabilir mi Vildan, emin değilim. Cüneyt'ten zaten bir beklentisi yok ama kardeşim dediği insan tarafından aldatıldığını öğrenmesi elbette sorun yaratacaktır. O zaman geldiğinde bu kardeşlik ve dayanışma meselesini yeniden konuşuruz ama bu hafta izlediğim Vildan bana umut verdi.

Ferhat'la karşı karşıya gelmediği için o konuyu konuşamıyoruz ama evde odasından çıkmaya cesaret edemeyen Gülsüm, Özgür'ün kaçırıldığını öğrenir öğrenmez Yiğit'in evine koşarak sınavdan geçer not almayı başardı benim gözümde. Zaten her ne kadar onlardan uzak kalmış ve ihtiyaç duyduğu anlarda onları yanında bulamamış olsa da abilerine karşı kalbini kapatmayan ve öfke büyütmeyen bir Gülsüm'ümüz var. Yaşadığı her şeyi, tüm geçmişini sırtında bir yük gibi taşımaktan vazgeçip bugünü yaşamaya başladığında kardeşliğin başka boyutlarını da göreceğiz diye umuyorum Gülsüm'ün hikâyesinde.

Derdi başından aşkındı ama, Yiğit de Ferhat'ı itmeyerek, yok saymayarak, kendinden uzaklaştırmaya çalışmayarak bu sınavdan geçti bence.

Aslı'nın asıl sınavını gelecek bölümde izleyeceğiz ama Cem'in kardeşlik adı altında yapmaya çalıştığı müdahalelere geçit vermeyerek bence başka bir yönünü anlattı bize kardeşliğin. Kardeşlik, kardeşini tüm dünyadan, her türlü kötülük ve karanlıktan korumayla ilgili olduğu kadar onu bütün hata ve yanlışlarıyla sevmekle de ilgilidir -hata ve yanlışlarına rağmen değil. Cem'in Aslı'yı sevdiğinden, onu korumak istediğinden kuşkum yok ama onu hatalarıyla ya da kendisinin hata olarak gördüğü seçimleriyle de sevmeyi bilmeli ve yine de ihtiyacı olduğunda onu sarmaya hazır olduğunu göstermeliydi. Aslı ona meslek aşkı örneğini verdiğinde, ben seni bu risklerle, mesleğine olan bağlılığınla seviyorum ve bundan yara alırsan da yanında olacağım, demeye çalıştığını görebilmeliydi. Dolayısıyla Aslı sınavın bu aşamasını geçerken Cem ne yazık ki sınıfta kaldı.

Cem'in sınıfta kaldığı bir sınav daha var: Cem ve Aslı'nın nerede olduklarını bilmediği/bulamadığı bir annesi ve ablası var. Aslı, ölü ya da diri olduklarını bile bilmediğini söylemişti. Bırakın komiser olmasını ve bu tür bilgilere erişmesinin kolaylığını, her vatandaş, nüfus müdürlüklerinden ya da E-devlet üzerinden alacağı Vukuatlı Nüfus Kayıt Örneği ile birinci derece yakınlarının yaşayıp yaşamadıklarını, medeni durumlarını vb. öğrenebilir. Kişi vatandaşlıktan ya da aile kütüğünden çıkmadığı sürece bu bilgiler o kadar da ulaşılmaz değildir. Cem şimdiye kadar bunu bile bulamamış mı?

Cem'e bir tek, Aslı onunla gelmeyince arabasında ağlaya ağlaya giderken üzüldüm, o anda inandım içtenliğine, ne yapacağını bilemez hale geldiğine. Oysa Aslı'yı dinlemesi ve ona sarılması yeterdi. Önce Cem, sonra Ferhat, kardeşleri için bol bol ağladırlar bu hafta. Diğer dizilerin aksine, erkeklerin de sık sık ağladığı bir dizi bu. Ferhat, Yiğit, Cem, Dilsiz, Abidin, gözyaşlarından bizi hiç mahrum etmiyorlar.

"Üveyliğim" diyerek her fırsatta ötelediği Yeter'e herhangi bir yakınlık göstermesini beklemeyecek kadar tanıdım Handan'ı. Zira Namık'a da pek kıymet verdiğini görmedik. Namık evlenmeye karar verdi, Namık yakında baba olacağını ilan etti, Namık düğün günü vuruldu; Handan bunların hiçbirine kalpten bir tepki vermedi, iyi ya da kötü. Oysa Namık seçim yarışından çekileceğini açıkladığında çok daha büyük bir tepki vermişti Handan. Kardeşliği de anneliği kadar kötü.

Tanık olduğumuz kardeşlik sınavlarının yanında Dilsiz'in dilsiz kalışının hikâyesini de dinledik. Hülya'yı telefonuna "Sesim" diye kaydettiğini bildiğimiz Dilsiz'in sessizliğinin sebebinin de bir gönül meselesi olduğunu düşünmüştüm ben. Hatta meyhanede türkü söylediği bölümde "Kim, nasıl üfledi de söndürdü acaba Dilsiz'in kalbini?" diye sormuştum. Meğer çok daha derin ve sarılamaz bir yarası varmış Dilsiz'in. Ne kadar seversen sev, ne kadar korumaya çalışırsan çalış hayatın karşısında hep yenik, hep zayıfsın. Dilsiz bu sınavı çok acı bir şekilde yaşamış ve dostluğu, kardeşliği, sevdayı hayatın karşısına koyarak sevdiklerini incitmemeyi, yaralamamayı öğrenmiş. Birbirlerinin hayatına nasıl girdiler henüz bilmiyoruz ama Ferhat'a "abi" demesi de bütün bunları bildiğindendir belki...

AsFer içti, güzelleşti. Konuştu, daha da güzelleşti. Birileri bu güzelliği bozacaksa o tabii ki Cüneyt olmalıydı. Neyse ki hayattan çalınmış bir günün ardındaki geceyi bu kalleşlikten hiç haberleri olmadan geçirdiler. Ayhan Hanımcığım meğer attığını vuranlardanmış, maşallah. Ama onu bir kanun insanı olarak görmeyi tercih ederim, silahla değil.

Ben sarhoş olan Aslı'yı da, onunla uğraşan Ferhat'ı da sevdim, ayıltma çabaları hariç. O kafaya gelmiş insanı neden ayıltmaya çalışırlar hiç anlamam, üstelik sarhoşluğu da pek tatlıymış Aslı'nın. Aslı "Oturalım" dediğinde "Yatsak da fena olmaz ama" diye karşılık verince anlar gibi oldum ayıltma çabasını, ama yine de Aslı'nın o güzelliğine hiç dokunmasın istedim. Birce Akalay beni her hafta biraz daha şaşırtmaya devam ediyor, sarhoşluğunun dozu da çok iyi ayarlanmıştı, çok sahiciydi Sarhoş Aslı da, ellerine sağlık.

Gecenin en güzel anı, Ferhat kucaklayınca "sırtın acıyacak" diye üzülen Aslı'nın, "Sen çirkin değilsin, sadece yanlış aynalara bakmışsın. Bana bak, bundan sonra bana bak, olur mu? Ben seni hiç çirkin göstermem." demesiydi. 'Gönül kimi severse güzel odur' diyenler de, 'sevdiklerimiz bize aynadır' diyenler de haklı çıktılar. Şimdiye dek sadece Namık'a bakan Ferhat, onda bir tetikçi, bir iş bitirici olarak görüyordu kendini. Aslı'ya bakınca ise Çirkin'i değil, Aslı'nın sevdiği, sevmeyi öğrenen adamı görecek zamanla.

Cüneyt giremedi aralarına ama Özgür çok güzel girdi, keşke hep girse, hep böyle olacaksa. Babası zannederek dinlediği amcasının masalının sonunu merak eden, Güzel'in Çirkin'e âşık olduğunu öğrenince amcası gibi "Sonra?" diye soran Özgür hep olsun, hep arasın amcasını. Ferhat biraz telaşlandı, biraz da utandı telefon henüz açıkken Aslı öpünce, Aslı'ya konsantre olamadı Özgür duymuş mudur diye düşünmekten, o da pek tatlıydı.

Özgür, hiç farkında olmadan hem amcasını hem de babasını masallar konusunda eğitmeye başladı. Zaten çocuklar böyledir, onlar için sıradan bir cümle sizin hayatınızı sorgulamanıza sebep olabilir. O büyüdükçe Ferhat ve Yiğit'in okuduğu, öğrendiği ve ona anlatacağı masallar da büyür, gelişir ve Siyah Beyaz bir roman olur belki, kim bilir.^^

Azad Baba Yeter'e hikâyesini çok güzel anlattı: "Sen her gün aynı saatte giderdin, ben her gün aynı saatte beklerdim, bıkmadan, usanmadan." Eminim bu iki cümlede kendine dair bir şey bulmuştur herkes. Yeter'i evinde kalmaya ikna etmeye çalışırken gece nerede olacağını söyleyemeyişinde de. Yeter de tedirgin olmasına rağmen bu hikâyedeki sıcaklığa, tanıdıklığa güvenmiş olmalı.

Ayhan bu durumdan biraz rahatsız oldu, çünkü bir süredir annesiyle ilgili kocaman bir soruyu taşıyor omuzlarında. Babasının annesinin mezarına hiç gitmediği bilgisiyle, Yeter'le ilgilendiği bilgisi bir araya geldiğinde Ayhan'ın şüpheleri derinleşiyor. Üstelik bu şüpheyi içine düşüren kişiyi de bilmiyor, gerçeği öğrenmek için ne yapması gerektiğini de. Zira notta "Annenin ölümünün arkasındaki gerçek hikâyeyi bilmek ister misin?" yazıyordu ama bilmek istiyorsa ne yapması gerektiğini söylememişlerdi. Yani Ayhan'ın karşısında babasından başka bir muhatap yok şu an. Yine de, Handan gibi oturduğu yerden kurduklarını başkalarının üzerine yüklemek ve önüne çıkan herkese öfkesini kusmak yerine uygun zamanda, doğru soruyu doğru kişiye sorabiliyor. Azad Baba buradan nereye yürür bilemiyorum ama gelecek hikâyeyi gerçekten merak ediyorum.

Özgür'le Aslı'nın kaçırılması konusunda bazı sıkıntılar var. Öncelikle, Suna ve Özgür'ün Aslı ile önce buluşup ayrılmasına, sonra yeniden, bu kez Ferhatsız olarak buluşmalarına anlam veremedim. Hedef Aslı'yken neden plan Özgür'ü kaçırmak üzerine kuruldu anlayamadım. Suna tuvalete gittiğinde Aslı'nın neden peşin satan esnaf gibi çocuğa arkasını dönüp rahat rahat oturduğunu anlayamadım.

Kaçırılma anından itibaren anlatılanlarsa çok güzeldi. Roberto Benigni'nin Hayat Güzeldir filminden alınan bu fikir, bizim dizilerimizde de pek çok kez kullanıldı. Açıkçası, daha iyisi bulunamadıkça bu hikâyenin sıkça kullanılmasına laf etmeyi düşünmüyorum, zira önemli olan, gerçekten, o çocuğun korkmamasını sağlamak ve bütün bunların bir oyun olduğunu söylemek de çok doğru bir yol bence. Kahraman Kardeşler Fırtına Ferhat ile Suların Hakimi Yiğit, Aslı ve Özgür'ü Lavman ve Rektum'un elinden kurtaracaklar, daha ne?

Hapse giren Ferhat, Azad Baba'nın yardımıyla Aslı'yı arayabildiğinde, Aslı'nın numarasını ezbere bildiğini anlamıştık. Serbest bırakılan Aslı benzinlikten Ferhat'ı aradığında, Aslı'nın da Ferhat'ın numarasını ezbere bildiğini görmüş olduk. Bak sen şunlara.^^

Cüneyt'in başarısız olduğu bu kaçıncı plandı bilemiyorum. Fakat her ne hikmetse, her seferinde "Bu son şansın" diye başlayan görevi yerine getirememesi bir bela getirmiyor başına. Allah insana Cüneyt şansı versin. Bu kez yaptığı en büyük hata, bu iş için bin lira vereceği adamların yanında 5 milyon muhabbeti yapmasıydı. Ama adam şanslı işte, yine zamanında ayılıp kurtuluverdi beladan. Bakalım Namık bir şey yapacak mı bu sefer. Aslı'nın, gözleri bağlıyken Cüneyt'in şeker kutusunu açma sesini duyduğunu biliyoruz, muhtemelen Cüneyt'in ipliğini pazara çıkaran kişi Aslı olacak.

Cem'in vurulmasına üzülemedim, ölse de üzülebileceğimi sanmıyorum. Yeterince zeki olmadığı, doğru hamleleri yapamadığı için eleştirip durduğum bir karakterin yine kendi salaklığı yüzünden bu noktaya gelmesi oldukça tutarlı. Ama bugüne kadar Aslı'ya da hikâyenin akışına da bir katkısı olmadığı için gidişi beni etkilemeyecek. Öte yandan, bir organize suçlar komiseri, fidyecilere pusu kurmayı düşünmüyorsa, silahlı adamların bulunduğu çatışma bölgesine operasyona giderken çelik yelek giymeyi akıl edemiyorsa, Namık elini kolunu sallaya sallaya içeri girebiliyorken o dışarıdan izlemekle yetiniyorsa ve içeri girmeye ancak Namık çıktıktan sonra ve neredeyse ondan icazet alarak karar verebiliyorsa, kusura bakmayın, ben bu yaralanma veya ölüme üzülemem. İnsanların güvenliği de böyle bir komisere emanet olmamalı.

Cem'in vurulmasının Aslı'yı Ferhat'tan uzaklaştıracak bir şey olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu kez Aslı'nın kaçırılmasının da Cem'in vurulmasının da Ferhat'la bir ilgisi yoktu. Aksine, Cem yaşasa da ölse de Aslı Ferhat'a daha çok yakınlaşacaktır. Üstelik bu sefer Ferhat da çok etkilendi bu durumdan, Cem'in yüzüne, Aslı'nın o telaşlı haline bakamadı, uzaklaşmak istedi oradan. Cem'in akıbeti ne olursa olsun AsFer birbirine daha çok kenetlenecek bence.

Geçen hafta gözden kaçırdığım Azad Baba'nın Namık'ın odasına soktuğu böcek tek dinlemelik miymiş diye de düşünmedim değil bu hafta. Azad Baba Namık'ı dinlemeyi bırakmamıştır, değil mi?

Geçen hafta bebeğimi öldürdün diyerek evden gönderdiği Yeter'e bu hafta ilk cümlesi "Ne yüzle buraya geldin?" olan Namık, iki dakika geçmeden Yeter'e "Yiğit'e bir şartla yardım ederim, buradan ayrılmayacaksın, gözümün önünde olacaksın" derken acaba neyin kafasını yaşıyor?

Fidye için istenen 5 milyon dolar, nereden baksanız 500 deste eder ve Namık'ın getirdiği o küçük çantaya 500 deste sığmazdı. Acaba Namık herkesi kandırıyor muydu yoksa biz sığacağına inanarak mı devam etmeliyiz izlemeye?

Bölümün başında yönetmen olarak Altan Dönmez'in yanında Orkun Çatak'ın adı da vardı, bölüm sonunda ise yalnızca Altan Dönmez'in adını gördük, acaba neden?

(Bu yazı ilk olarak 19 Şubat 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: